Dçy Klinik - İnsan Vücudunda Homeostasis (Denge)
  • 0(531) 885 86 72
  • İkitelli OSB 6.Cadde No:1 Kat:3 Beyaz Tower İkitelli Başakşehir / İstanbul

İnsan Vücudunda Homeostasis (Denge)

  • Anasayfa
  • İnsan Vücudunda Homeostasis (Denge)
İNSAN VÜCUDUNDA HOMEOSTASİS (DENGE)
 
Vücutta hücrelerin yaşamsal faaliyetlerini sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmeleri için korunması gereken dengeye homeostazi denir. Hücrelerin içinde bulunduğu hücreler arası (interstisyel) sıvıda (ortamda) bu dengenin korunması esastır. Bu sıvının sabit koşullarda kalmasını sağlayan sistem ise dolaşımdır. Bu nedenle vücudumuzdaki her sistem hücrelerin içinde yaşadığı iç ortamı sabit tutarak homeostaziye destek vermeye çalışır. Akciğerler kanı oksijenlendirir, mide ve bağırsaklar besin bakımından zenginleştirir, karaciğer toksik maddeleri arıtır, böbrekler ise atık maddeleri uzaklaştırır.
 
Vücutta yaşamsal fonksiyonların devamlılığı için korunması gereken dengeler, vücuda alınan maddelerin yönetimi ve ortaya çıkan atıkların vücuttan uzaklaştırılması ile mümkündür. Bu dengenin bozulması iç ortamda yaşamsal fonksiyonları bozar. Bozulan yere, bozulma süresine ve bozulma derecesine göre farklı hastalıklar ve bunlara bağlı farklı şikayetler ortaya çıkar. 

Enterik (bağırsak) sinir sisteminin (ESS) fonksiyonları nelerdir?

Son yıllarda yapılan çalışmalar sindirim kanalının sadece besin alımı ile ilişkili olmadığı, birçok dahili hastalıkla sindirim sisteminin ilişkili olduğunu düşündürmektedir. Bu nedenlerin başında bağırsak (enterik) sinir sisteminin organizasyonu gelmektedir. Bağırsaklarda bulunan sinirsel mekanizmaların vücut üzerinde en az beyin kadar etkili olduğu düşünülmektedir.
 
Anatomi ve Hücre Biyolojisi Profesörü Dr. Michael Gershon 1998 yılında yayımlanan “İkinci Beyin” kitabında mide ve barsak sisteminden bedenin ikinci sinir sistemi olarak bahsetmektedir. Dr. Gershon, beyinde bulunan sinir hücresi kadar bağırsaklarda sinir hücresi bulunmasından ve beyinde tespit edilen bütün nörokimyasalların bağırsakta da tespit edilmesinden yola çıkarak, bağırsakların besin alımı dışında vücut dinamiklerinin yönetiminde beyin kadar etkili olduğunu söylemektedir. Bağırsaklarda 30 çeşitten fazla nöromediyatör-nörotransmitter (sinir hücreleri arasındaki iletişimi sağlayan maddeler) üretilmektedir. Yani başka bir deyişle sinir hücrelerinin birbirleriyle haberleşmesini sağlayan kimyasal maddelerin büyük bir çoğunluğu bağırsaklarda sentezlenir. Bu maddelerden biri de serotonin (mutluluk) hormonudur. Vücutta üretilen tüm serotoninin %80’den daha fazlası bağırsaktan sentezlenir.

Normal Bağırsak Fonksiyonları:
  • Bağırsak florasındaki faydalı bakteriler, yediğimiz gıdalardaki protein, karbonhidrat ve yağları parçalayarak yapı taşlarına ayrıştırır ve bağırsak duvarından emilmeye hazır hale getirir. Sindirim enzimlerinin (proteazlar, lipazlar, amilazlar, disakkaridazlar vb.) sentezini artırırlar. 
  • Bağırsak mukoza hücreleri enerji ihtiyacı için kısa zincirli yağ asitlerini kullanır. Faydalı flora bakterileri kısa zincirli yağ asitlenin sentezini gerçekleştirerek bağırsak mukozasının enerji ihtiyacını ve beslenmesini sağlarlar. 
  • Vücuda zirai ilaçlar, toksinler, kanserojen maddeler, bakteriler, mantarlar ve ağır metaller flora bakterilerinin bağırsak bariyer hücreleri (epitel) üzerinde oluşturduğu süzgeç/filtre gibi görev yapan tabaka ile kontrol edilir. Bu sayede gıdalarla aldığımız zararlı unsurların vücuda geçmesi engellenir. 
  • Bağırsak flora bakterileri bazı vitaminlerin (K2, B1, B2, B3, B6, B12, folik asit, biyotin ve pantoteik asit) sentezini yaparak ve emilimlerini sağlayarak vücut dengesinin devamını sağlarlar. 
  • Bağışıklık sistemini kuvvetlendirerek vücudun hastalıklara karşı olan direnci artırır. 
  • Bağırsak hücrelerinden nöromediyatör adı verilen birtakım kimyasalların salgılanmasını etkileyerek, psikolojik durumumuz üzerinde de çok ciddi etkilerde bulunur. 
  • Sindirim sistemi lenf dokusu yönünden çok zengindir. Birçok bağışıklık hücresi karın boşluğunda yerleşmiş olan organlar sayesinde üretilir.

Barsak mikrobiyatası ne demek?

Mikrobiyom terimi vücutta yaşayan bütün mikroorganizmalar ve onların doğumsal materyalini, mikrobiyota terimi ise vücudun farklı ekosistemlerinde bulunan mikroorganizma popülasyonlarını ifade etmek için (barsak ve cilt mikrobiyotası vb.) kullanılmaktadır. Mikrobiyota Merkezi Sinir Sistemi (MSS) hücreleriyle sinir (nöral), hormon (endokrin), bağışıklık (immun) yollar aracılığı ile iletişimdedir. Bu iletişim beynin fonksiyon ve davranışlarını etkilemektedir.
 
Barsak mikrobiyatası ne demek?

Son yıllarda barsak mikrobiyatası üzerine yapılan çalışmalarda, barsak florasında bulunan bakterilerin basit bir simbiyotik yaşam ilişkisinin çok ötesinde işlevleri olduğu gösterilmiştir. Bağırsaklarımızda bizimle simbiyotik bir hayat süren sayıları 100 trilyonu yani hücre sayımızın 10 katı, ağırlıkları ise 2 kiloyu geçen, yani beynimizden daha ağır, muazzam bir bakteri topluluğu yaşamaktadır. Bu ilişki metabolik faaliyetlerin düzenlenmesinden, psikolojik durumun belirlenmesine kadar çok farklı işlevleri koordine etmektedir. Bu mikroorganizmaların gen çeşitliliği ise insan genlerinden yaklaşık 150 kat daha fazladır.
 
Daha önce inanılanın aksine anne karnı steril değildir. Bebek henüz anne karnındayken bağırsak mikrobiyotası oluşmaya başlar. Normal doğumla dünyaya gelirse döl yolundan geçerken de annenin mikrobiyatasından yaklaşık 100 çeşit mikroorganizma (laktobasiller) bebeğe geçer. Emzirme esnasında meme ucundaki mikroplarla zenginleşmiş ilk süt ile floradaki çeşitlenme artar ve çocuk 6 aylık olduğunda mikroorganizma çeşidi yaklaşık 700 civarına ulaşır. 3 yaşında ise bir bebeğin kendine özgü mikrobiyotası oluşmuş olur.
 
Bu süreçte aşı, hazır mama ve ilaçlarla, özellikle antibiyotiklerle karşılaşmayan bebeklerin bağışıklık sistemini, fiziksel ve ruhsal sağlığının diğer çocuklara göre çok daha sağlam olduğu gözlemlenmiştir. Annenin temizlikte kullandığı maddeler eğer kimyasal ise bebeğin mikrobiyom zenginliği azalmaya başlar ve zamanla alerjiler (özellikle gıda alerjileri) gelişir. Bir çalışmada 7 hafta kronik strese maruz bırakılan farelerde sindirim sisteminde yaşayan mikroorganizmaların çeşitliliğindeki değişiklikler gözlemlenmiştir. Üstelik strese maruz kalmış farelerdeki floranın stres yaşamamış yeni farelere aktarıldığında yeni farelerde de birkaç gün içinde anksiyete benzeri davranışlar görülmeye başlanmıştır. 

Geçirgen (sızıntılı) bağırsak sendromu ne demek?

Genellikle göz ardı edilen endojen toksin kaynağı sağlıksız bir bağırsaktır. Fonksiyonel tıp bu duruma geçirgen bağırsak sendromu veya sızıntılı bağırsak sendromu diyor. Bağırsak florasını tahrip eden maddeler:
 
Besinler ve kimyasallar
  • Şekerli ve unlu besinler
  • Yağsız beslenme
  • Alkol kullanımı
  • Gıda katkı maddeleri ve gıda boyaları
  • Hormonlu ve zirai ilaç bulaşığı olan sebze ve meyveler
  • Klorlu su
  • Hormon ve antibiyotik verilen hayvan ürünleri
  • Deterjan bulaşığı olan kaplar ve mutfak gereçleri 
İlaçlar
  • Antibiyotikler
  • Oral kontraseptifler (doğum kontrol ilaçları)
  • Menapoz tedavisinde kullanılan hormonlar
  • Romatizma ve ağrı kesici ilaçlar
  • Mide ilaçlar (proton pompa inhibitörleri, H2 reseptör blokerleri, antiasitler)
  • Tetkik öncesi kullanılan bağırsak temizleyici ilaçlar
  • Kanser tedavisinde kullanılan kemoterapi ilaçları
  • Kortizonlu ilaçlar 
Bağırsak florasının bozuk olması (bağırsaklarda istenmeyen bakterilerin, mantarların, mayaların, parazitlerin baskın hale gelmesi), bağırsak geçirgenliğini bozar. Bu durum tam sindirilmemiş besin unsurlarının, yabancı protein ve toksik maddelerin sürekli ve yoğun bir şekilde vücuda girmesine neden olur. Sindirilmeden vücuda alınan bu maddeler bağışıklık sistemini aşırı olarak uyarır. Aşırı uyarılmış olan bağışıklık hücreleri bir müddet sonra kendi doku proteinlerine karşı saldırıya geçer. Bunun sonucunda da başta “otoimmün hastalıklar” olmak üzere daha birçok hastalık ortaya çıkar.
 
Otoimmun hastalıklar
  • Haşimato tiroiditi
  • Ülseratif kolit
  • Çölyak hastalığı
  • Tip1 diyabet
  • Basedow Graves hastalığı
  • Multiple skleroz
  • Romatoid artrit
  • Otoimmun gastrit 
Bağırsak hastalıkları
  • Kabızlık
  • Kronik ishal
  • İrritable bağırsak sendromu (spastik kolon)
  • Aşırı gazlanma
  • Gastrit
  • Gluten ve diğer gıda entoleransları 
Alerjik hastalıklar
  • Ürtiker-dermatit
  • Allerjik astım
  • Alerjik rhinit 
Nöropsikyatrik hastalıklar
  • Öğrenme bozuklukları
  • Kişilik bozuklukları
  • Otizm
  • Dikkat eksikliği
  • Depresyon
  • Baş ağrısı 
Kas-İskelet sistemi hastalıkları
  • Osteoporoz
  • Fibromyalji
  • Kronik yorgunluk 
Diğer hastalıklar
  • Obezite
  • Hipertansiyon
  • Sık tekrarlayan sebepsiz enfeksiyonlar
  • Sedef hastalığı (psöriazis) 

Toksinler (Causative Pathological Substance-CPS) nelerdir?

Normal şartlarda vücudumuz; dış ortamdan alınan ya da vücuttaki metabolik faaliyetler sonucu ortaya çıkan zararlı (Causative Pathological Substance-CPS / Hastalık Yapan Maddeleri) ve atık maddeleri uzaklaştırmak için yeterince iyi sistemlerle donatılmıştır. Ancak yaşadığımız endüstriyel çağda atık maddelerin bu sistemler tarafından izole edilemeyecek konsantrasyonda ve sistemin tanıyamadığı ve müdahale edemediği çeşitlilikte olması bu doğal yolları yetersiz kılmaktadır.
 
Vücuttan uzaklaştırılamayan toksinlerin, hayati organlara zarar vermemesi açısından öncelikle deri altına, eklem aralıklarına, vücut boşluklarındaki sıvılara depolanmaktadır. Eğer bu depolama yetersiz olursa toksinler iyi bir çözücü olan yağ dokusu içerisine gönderilir ve çözülürler. Böylece organizma hayati organların mümkün mertebe hasarını engellemeye çalışır.
 
Eğer vücutta biriken CPS’ler bu kotayı da doldurursa kapasite fazlası ve zararlı maddelerin atılamayan kısımları, tekrar kan dolaşımına katılıp dolaşım sisteminde dolaşmaya başlarlar. Bu maddeler zamanla kanın yavaş aktığı cilt altı kılcal damarlarda takılıp birikme neden olur. Bu toksinlerden bir kısmı vücudumuzdaki birçok hormonu taklit eder.
 
Kanda ve vücudumuzda CPS’lerin artması çeşitli hastalıklara sebep olur. Kanser, karaciğer enfeksiyonları, diyabet (şeker hastalığı), solunum sistemi hastalıkları, psikolojik ve nörolojik bozukluklar ve daha birçok hastalığa neden olurlar. Toksikolojide temel hedef vücudu toksinlerden arındırmak ve vücudun normal biyoritmini sağlamaktır. Toksikoloji, vücudu toksinlerden temizlemeden gerçek sağlığın kazanılamayacağını savunur.
 
Vücudun kendini iyileştirme mekanizması ve bilgisi vardır. Toksinleri uzaklaştırmak bu gücün önündeki engeli kaldırmak anlamına gelir. Hacamatta bu uygulamalardan biri olarak öne çıkmaktadır. Örneğin ağır metaller üzerinde yapılan bir çalışmada hacamatla dışarı alınan sıvı ile aynı hastanın damarlarındaki kan içeriği karşılaştırılmış ve hacamat kanında ağır metal oranı 4-5 kat daha fazla bulunmuştur. 

Endotoksinler (vücutta üretilen toksinler) hangileridir?

Endojen toksinler vücudunuzun içinde üretilen (hücrelerin metabolik atıkları, serbest radikaller, hidrojen peroksit, süperoksit, karbondioksit, ürik asit) gibi toksinlerdir. Bu toksinlerin bazıları normal metabolik aktivitelerden kaynaklanan atık ürünlerdir. Sağlığınız ciddi olarak tehlikeye girmedikçe vücudunuz bu endojen toksinleri sisteminizden temizleyecek donanıma sahiptir. 

Ekzotoksinler (vücuda dışardan alınan toksinler) hangileridir?

Bunlar vücudumuza dış ortamdan alınan toksinlerdir. Bunları çok farklı şekillerde (sindirim, solunum, cilt yoluyla) vücudumuza almaktayız.
  • Ağır metaller
  • Alkol
  • Boyalar
  • Endüstride kullanılan uçucu çözücüler
  • Endüstriyel hava kirliliği (CO-Karbon monoksit)
  • Florür (İçtiğimiz sularda)
  • GDO katkılı yiyecekler
  • Gıda katkı maddeleri (Raf ömrünü uzatıcılar, lezzet artırıcılar-monosodyum glutamat)
  • Hayvansal ürünlerdeki östrojen benzeri maddeler (Psödööstrojenler)
  • İlaçlar (Özellikle antibiyotikler)
  • Kozmetik ürünler
  • Mikroorganizmalar
  • Mutfak malzemeleri
  • Oksalatlar
  • Parlatıcılar
  • Pestisitler-Herbisitler
  • Petrol ürünleri
  • Plastik şişe sertleştiricileri (Ftalatlar, Bisfenol-A)
  • Plastikler
  • Rafine gıdalar (Şeker, un, peynir, süt ürünleri, vb.)
  • Sentetik kimyasallar
  • Sigara
  • Tarım kimyasalları
  • Temizleyiciler, temizlik ürünleri (Deterjanlar)
  • Uyuşturucular
  • Yapıştırıcılar 

Yağda eriyen toksinlerin vücuttan atılması ve birikmesi nasıl olur?

Toksinlerin bulundukları yer genellikle kandır. Kan vücudun toksinleri atması için en kolay yeridir. Çünkü toksinler gün içinde karaciğer ve böbrekler tarafından temizlenirler. Bu sistemlerde toksinler hızla giderilir ve yok edilirler.
 
Toksinlerin kan yoluyla atılamayacak kadar fazla olması durumunda ikinci bir koruyucu mekanizma devreye girer ve bu fazla toksinler vücuttaki yağ hücrelerinde depolanır.  Yağ hücreleri bu toksinleri hapseder. Bu birikim başlangıçta genelde hayati organlardan uzak olan göbek bölgesindeki yağlarda olur. Kilo verildiği zaman veya açlık terapilerinde, oruç tutarken yağ hücreleri erir ve toksinler açığa çıkarak dolaşıma girer. Açlıkta ortaya çıkan şikayetlerin sebebi budur.
 
Vücuttaki toksik yükün artmaya devam etmesi durumunda, göbek çevresindeki yağlarda toksinleri depolamaya yetmemeye başlar. Bu durumda toksinlerin vücudun diğer bölgelerindeki yağ hücrelerine yönlenir. Karaciğer, böbrekler ve pankreas başta olmak üzere iç organların çevresinde de yağlanma görülebilir. Buralarda yağlanmanın olması, toksin birikime zemin hazırladığı için oldukça tehlikelidir.
 
Yağda depolanan toksinlerin diğer bir dezavantajı ise son derece hassas olan sinir sistemimize etki etmesidir. Beyinin %60-80 yağdan oluştuğu tahmin ediliyor. Sinirlerin etrafındaki kılıfta yağ yapısındadır. Bu sebeple yağda çözünen toksinlerin beyinde birikmesi durumunda zihinsel bozukluk, baş ağrısı, karıncalanma, uyuşma hissi gibi şikayetlere neden olabilir.

Suda eriyen toksinlerin vücuttan atılması ve birikmesi nasıl olur?

Suda çözünen toksik maddelerden bir kısmı şunlardır;
  • Civa, PCB’ler    : Boya, yapıştırıcılarda ve PVC kaplamalarda kullanılır.
  • Çözücüler         : Benzen, ksilen, benzin, vb.
  • Dioksinler         : Organik bileşiklerin yaklaşık 300°C’de yanmasıyla oluşan bir yan üründür. 
Kemiklerde çoğunlukla kurşun depolanır. Kurşun, kemiklerde kalsiyumla yarışır. Kemik kırılmaları, osteoporoz ve gebelikte kemikte depolanmış olan kurşun yüksek seviyelerde kan dolaşımına geçer. Gebelerde fetusun gelişimine zarar verir. Bağ doku, lenf ve eklemler; toksinlerin atıldığı bir sonraki yerlerdir. Bu alanlar vücudumuzun kuytu köşeleridir. Toksinlerin burada takılmasının başlıca nedeni hareket ve egzersiz eksikliğidir. Egzersiz ve basit hareketler, bu alanlardan toksinlerin taşınmasına yardımcı olur ve daha iyi oksijen ve beslenme sağlar. 

Sağlıklı bir vücut için yapılması gereken temel yaklaşımları beş başlıkta toplamak mümkündür. Aslında hacamat uygulamalarına bir bütünün parçası şeklinde yaklaşmak homeostazi için çok önemlidir;
  • Toksin Maruziyeti Azaltmak
  • Diyetle Detoksifikasyon
  • Yeterli Su Alımı
  • Egzersiz
  • Tıbbi Terapiler